Kafamda bir tuhaflık var

Orhan Pamuk'u anla(ma)mak

Kafamda Bir Tuhaflık

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un son kitabı (bir röportajında söylediği üzere 6 yıllık bir emeğin sonucu olarak ortaya koyduğu son romanı) "Kafamda Bir Tuhaflık" ile başlayan tuhaf(!) bir tartışma, "okuyoruz ama hiçbir şey anlamıyoruz" vargısı merkezinde toplanan sıkıcı sosyal medya diyaloglarına neden oluyor. Bunlara tartışma demek doğru olmaz, olsa olsa şuursuz bir yakınmadır diyebiliriz! Tartışma akılsallık içermelidir, duygusallık değil. Oysa eleştirilerin yüzde 100'ü duygusal ve derinliksiz bir bakış açısına sahip. Kişi, kendi yüzeysel algısı dışında kalanları yok saymak gibi bir gaflete düşüyor. Çünkü fıtratımızda bu gaflet var, maalesef! Kitap, en çok satanlar listesinin başında yer alıyor. Kitap yok satıyor! Satmasına satıyor da kimse okuduğu kitaptan hiçbir şey anlamıyor! Bunun nedeni yazarın edebiyatta kötü olması mı? Beceriksizliği mi? Vurdumduymazlığı mı? Yoksa okurun okuduğunu anlayamama eksikliği mi? Daha bunu itiraf edecek olgunlukta değiliz! Çünkü okumayı bilmediğimiz gibi post modern bir edebi eserin hangi amaç ve gaye ile ortaya konduğundan da bihaberiz.

Ve somut sonuç: Bir Orhan Pamuk okumayı bilmiyoruz!

Epistemik Çöküş
Çünkü sosyolojik bir olgu olarak, (tarzını, temasını, duruşunu beğen beğenme, örneğin Orhan Pamuk'un Kar kitabı) Orhan Pamuk'u okumak, onu anlamak, neden anlamadığımızın garip ama gerçek tarihçesine dayanıyor. Kabul edelim, biz hala bilincin hakikat karşısında kumar oynadığı, girift dallanmaları olan kendi bilgi labirentlerinde kaybolmaktan korkan ve "Ali topu at" şuurunda kalmış yaramaz çocuklarız. Anlamaktan aciziz! Orhan Pamuk, ideolojik duruşu ve yaşam biçimindeki tercihlerini tasvip etsek de etmesek de edebiyat tarihimiz içinde kültürel bilincin ve buna bağlı olarak da tarihsel kimliğin biçimlenişine ayna tutan, algılama numuneleri sunan bir yazardır. Yansıttığı şeyin doğruluğu değil mevzu bahis ettiğim şey, onu ortaya koyarken sunduğu şekil! Onu uzun metinlerinden ötürü kınayan bizlerse, güya aydın okur kitleyiz, aydınlanmayı gece kulüplerinde içkili masalarımızı aydınlatan mumlardan ibaret sayıyor, popüler kitapları dilimizden düşürmüyor, üçgeni gördüğümüz her yerde korkularımızı, beceriksizliklerimizi traji-komik bir vesveseye indirgeyip bir iluminatinin iç açı toplamına hapsediyoruz. Maalesef bizler, anlamamanın erdeminden uzak tutulmuş, elindeki cevherin kıymetini bilmeyen cumhuriyetin şımarık çocuklarıyız, hal böyle olunca tarihe sefil ve aciz çocuklar olarak geçeceğiz, çünkü tarih, sınıfında şımarıklıklara izin vermeyen eli sopalı bir öğretmenden farksızdır.

***

Bu yazıya da göz atmak isteyebilirsin!


***

Peki, nedir bu tuhaf tarihçe?

Büyük romancı ve göstergebilimi ustası Umberto Eco'nun sözünü ettiği, tarihin asıl devindirici kaynaklarının yer aldığı ezoterik tarihtir. Ezoterik tarih denince akla nedense popüler yargılar geliyor, işin özünü ise kimse gerçekten bilmiyor. Hele ki söz konusu roman, deneme, kişisel gelişim yayınları ise, herkes birer ezoterik tarihçi kesilmekte. Biz toplum olarak ezoterik tarih denince masonları, iluminatileri, okült bilimleri, büyüleri, parapiskolojik meseleleri anlıyoruz. Batılı bir okur-yazar içinse ezoterik tarih, bilgelik geleneğinin tarihidir. Bilginin tarihidir, onun sonuçlarının değil, üretim süreçlerinin tarihidir, mutfağında olup bitenlerin tarihidir, mevcut tarihin aksine nesnelerin değil öznelerin gizli tarihidir. Gizlidir çünkü mahremdir. Sevgilinizin gözünün güzelliğini dostlarınızla paylaşabilirsiniz ama onun yatakta çok güzel seviştiğini anlatmazsınız, edebsizliktir. Ezoterik tarihin gizillik noktası da bir edeb sorunudur.

Ve ne ilginçtir ki, edebiyat sözcüğünün kökünde de edeb vardır!

Yıllar önce, henüz yirmili yaşlarımın başında, tıfıl bir şövalye iken, geceleri yorganın altında pilli fener ışığı ile iri göğüslü beyaz tenli kadınları düşünerek fevkalade düşlere daldığım çiğ zamanlarımda, Muhiddin İbn'ül Arabi ve G. W. F. Hegel düşüncelerini, üç kez bilge Hermes'in (Hanok-İdris), ezoterik bilgi dizgesi olan Nur-Hayat-Kelam bağlamında karşılaştırmalı çalıştığım, dimağımın ve tinimin henüz genç ve parlak olduğu bir dönemde, kendisinden ebede dayalı edebiyat dersleri aldığım hocam C.E. sayesinde tanıdım Orhan Pamuk'u!

"Büyük dizgeler arası bağlar kurmak istiyorsan, post modern edebiyatın nasıl işlediğini anlamalısın." İlk dersimiz buydu. İlerleyen derslerimizde bazı kitaplar önerdi okumam için. Bunlardan biri de Yeni Hayat idi. (Bu kitapları merak ediyorsanız şehir hafiyesini takip edin!)

"Al, bu kitabı, oku" dedi.

"Bir kitap okudum, hayatım değişti..." ile başlayan Yeni Hayat kitabı, inisiyatik bir uyanışı anlatıyordu aslında. Orhan Pamuk'un kişisel menkıbesini kaleme aldığı romanında, kahramanın hikayesinden ziyade konuyu ele alış biçimi, cümle yapıları ve replikleri ile daha fazla ilgileniyordu C.E..

Orhan Pamuk'u sevmezdi, onun bir kültür ajanı olduğunu düşünüyordu. Amerika'da post modern ve yapısöküm konusunda çok iyi yetişmiş bir edebiyat ajanı... Misyonunun Anadolu bilgelik geleneğini paralize etmek olduğundan bahsediyordu. Bir seri katil gibi zekice hazırladığı tuzaklarla bilgelik geleneğimize ait değerleri avlıyor ve kendi imzasıyla oracıkta bırakıyordu maktullerini. Ama her seri katil gibi o da yeni hayatının kimliğindeki çelişkiyi yaşıyordu, en kusursuz cinayeti hedeflediği gibi en kusursuz şekilde yakalanmak adına, en kusursuz şekilde kendinin gerçek kimliğini ifşa eden kusursuz ipuçlarını, yine en kusursuz şekilde kusursuz(!) hilelerle donatıyordu.

Herkes için yazılmış bir kitap değildi kuşkusuz Yeni Hayat, sadece bazılarımız için yazılmıştı ve kurgul olarak da aslında ortada bir Kitap yoktu, okuyanın kendisinden başka!

Ezoterik tarih, diyordu C.E., kültürü var eden, bilgelerin perde arkası üretim süreçleridir. Kültür, diyalektik bir yapıdır, bir yanı ile bireyin ve toplumun kendi yapıp etmelerinin kendine egemen oluşunu anlatır, bir yanıyla da bu egemenliğin yarattığı otoriteyi sarsan dinamikler geliştirir.

İnsan gibi, bir yanıyla doğa, bir yanıyla da doğanın - yani kendiliğinin- hükmüyle çatışan tin...

Tinsellik, sanat, din ve felsefi ürünler olarak çıkar. Edebiyat ise, bu gizli tarihi ifşa etmeden ifşa etmenin naif bir yoludur: "Bir sırrı bir başka sırla açarken onu yeni bir sırla saklamak" diye yazmıştı Eco bir romanında.

Nedir bu sır?

Konstantiniyye Kardeşliği'nin kurucusu C.E.'ye göre yazıda varlaşmanın ve en yüksek inisiyasyon noktasını arayan geleneğin, metinlerarası köprüler kurabildiği ve böylece bilince açık seçik kavram-imge-simge bütünlüğü içinde ulaşabildiği bir metot. Yani edebiyatın, çok doğru bir şekilde edeb ile ilişkisi var. Edeb ise, görgü kurallarına göre yaşamak değil, kendini arayan insanın Hakikat ülküsünde yaşamasıdır.

Modern dünya, bu hakikat ülküsünü herkes için genel geçer kılmak gibi saf bir niyetle oluşmuştu. Oysa diyalektik yasa gereği, her şey karşıtını doğurur. Modernizm de giderek insanı başka bir çıkmaza sürükledi: Epistemik Çöküşe!

***

Epistemik Dedektif Ne Yapar?


***


Borges, Calvino ve Umberto Eco bu çöküşü fark etmişlerdi ve edebi eserlerinde insanın yeniden gelenekle buluşmasını, kendi içsel dünyalarında klasik bir okur olmaktan çıkıp, ideal bir okura dönüşmelerini erek edindiler. İdeal okur, hayatı yeniden, onun üretim süreçlerine katılarak anlamlandıran okurdur.

Post modern edebiyat tıpkı felsefe tarihi gibi bir dizge içerir. Nasıl ki felsefe tarihi içinde Hegel'i anlamak için, Kant'ı anlamanız, Kant'ı anlamak için Hume'u anlamanız, Hume'u anlamak için Descartes'i anlamanız, Descartes'i anlamak için Spinoza'yı, Spinoza'yı anlamak için Saint Agustinus'u, Agustinus'u anlamak için Aristoteles'i, Arsitoteles'i anlamak için Platon'u anlamanız gerekir. Platon'u anlamak için Hermes'i, Hermes'i anlamak için İbnül Arabi'yi, İbnül Arabi'yi anlamak için Kabala'yı, Kabala'yı anlamak için Heidegger'i anlamanız gerekir. Heidegger'i anlamak içinse Hegel'i anlamanız gerekir. İşte bunun gibi, örneğin Umberto Eco'nun Foucault Sarkacı'nı anlamak için Calvino'nun bakış açısını, Borges'in yorumlama derinliğini ve giderek Tevrat'ın ve İncil'in gnostik yorumlarını anlamanız gerekir.
Post modern bir romanı okumak için metinlerarası bağlamlar kurmayı bilmek gerekir. Klasik romanda böylesine bir gereksinim yoktur.

Orhan Pamuk'u anla(ma)maksa epistemik bir çöküşün işaretidir. Bu çöküşün içinde kaybolmamak için insan kendi kitabını okumalı, yakınmak yerine kritik edebilmelidir. Kritik eden aklın önemini Kant, Arı Usun Eleştiri adlı kitabına anlatmıştır. Bu yüzde post modern edebiyat, kitap okurlarına değil, hayat ve onun gayesi ile derdi olanlara göre bina edilmiş bir ikinci İskenderiye Kütüphanesi'dir ve bu kütüphanedeki her rafta yer alan kitapların ilk sayfalarında "kendi-ex-libris" vardır.

***

Türkçe Felsefe Mümkün Mü?


***

Post modern bir edebiyat eserinde, yazar okurdur, okur da yazar... Okur ebedi dönüş mitosu yaşar, yazarsa yazıda varlaşmanın edebi opus magnumunu!

Belki de Orhan Pamuk'u anlayamamak bir çıkış noktası olacaktır bizim için; Kafamda Bir Tuhaflık, Yeni Hayat'a yeniden dönüştür vesselam.

iyi seyirler
kd
Not: Kuantum bombasının patlamasıdır Epistemik Çöküşe neden olan. O bomba fark edildiği anda patlar. Epistemik kalkanları olanlar bu bombanın yarattığı çöküşte yitmezler. Tıpkı kadim bir zamanda tanrılar tarafından yıkılan Babil kulesinin ardından hayatta kalmayı başaranlar gibi. Onlara selam olsun!
Bu makaleyi beğendiyseniz aşağıdaki makaleleri de beğenebilirsiniz:
  1. göbekli tepe
  2. vaka
  3. dünyanın öteki sonu
  4. üç
  5. roman
  6. vefk
  7. tapınak 
***

Orhan Pamuk'un kitapları:
  • Cevdet Bey ve Oğulları, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1982
  • Sessiz Ev, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1983
  • Beyaz Kale, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1985
  • Kara Kitap, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1990
  • Gizli Yüz, senaryo, İstanbul, Can Yayınları, 1992
  • Yeni Hayat, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994
  • Benim Adım Kırmızı, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998
  • Öteki Renkler, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 1999
  • Kar, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002
  • İstanbul: Hatıralar ve Şehir, anı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları (YKY), 2003
  • Babamın Bavulu, anı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007
  • Masumiyet Müzesi, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008
  • Manzaradan Parçalar, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 2010
  • Saf ve Düşünceli Romancı, Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton Dersleri, İletişim Yayınları, 2011
  • Ben Bir Ağacım, 2013
  • Kafamda Bir Tuhaflık, 2014




Yorumlar

Popüler Yayınlar