Bir eseri filme uyarlamak
"Rituslar, mitlerin anahtarıdır." M.B. |
Bir ebedi eseri sinemaya uyarlamak ya da bir metin diriltmesi
“Sinema mit üretir,” diyor Joseph Campbell, öte yandan “Sinema
da mitle üretilir,”diyorum; çünkü sinema, bir sanat sürecinin sonucu (son
ucu) değil ama bir anlamlandırma sürecinin sanatsal ifadesi olarak karşımıza
çıkar. Öyleyse, onu basmakalıp bir biçimde “çok denklemli bir işlem” olarak ele
almak yerine, içinde birçok işlemin yeni bağlamlar kazanıp çok dilli bir
yaratım sürecine kendilerini ortadan kaldırarak katıldıkları bir uzam olarak
incelemek gerekir.
“Mit nedir?” diye
araştırdığımızda birçok tanımla karşılaşsak da,disiplinlerarası bir düzlemde
ele aldığımızda, “mit” bir bağlam yaratma aracı olarak karşımıza çıkıyor. Bağlam
yaratma ya da dil olgusu“mit”tir. Habermas, “Öteki
mittir,” diyor ve iletişimin “ötekine kurulan bir bağ” olduğunun altını
çiziyor. Öyleyse, Aristoteles’in “aklın aletleri” adını verdiği organonlar gibi mitleri de “bilinçdışının
aletleri” olarak ele alabiliriz. Bu durumda, “Sinema bilinçdışına bağ kuran bilinçli bir eylemdir,” dersek pek
de yanılmış olmayız.
Sinemanın geçmişinden
günümüze gelişimini,tarihçesini burada uzun uzadıya anlatacak değilim, ancak
onu kısaca şöyle tanımlamak tüm bu tarihin özetini verebilir düşüncesindeyim: Sinema, deneyimlenmiş olanın görünür
kılınması, başka bir deyişle ideal izleyicinin kurulma metodudur. Bu
bağlamda, Metin Bobaroğlu’nun“Mabed-İnsan”başlıklı yazıları yeniden
okunabilir.
Sinemada da her ekol
kendinden önceki yapılara refleksiyon yaparak bildik, deneyimlenmiş, işitilmiş
edebi eserleri yeniden yorumlayarak beyazperdeye aktarır, tıpkı felsefe
tarihinde olduğu gibi.
Yukarıda işitmek
terimini özellikle kullandım, çünkü herhangi bir metni okuduğumuzda, herhangi
bir sanat eserine baktığımızda ya da doğrudan dinlediğimizde, ansal süreçlerde
gerçekleşen olgu “kendinden kendine bir işitme edimi”dir öncelikle. Bu durumda
edebi eserler (sanatın hangi dalına ait olursa olsun) bilgisini içsel deneyime
(onu dışta algılasak bile) veya onun enformasyon kanalında önce kendinden
kendine sessiz bir işitsel tanıklığına borçludur.
Bu durumda sinemayı “sessizlik
içinde işitsel olanın görünür kılınması” olarak tanımlıyorum.
Bu bağlamda bugün Türk
sinemasının geldiği noktayı ele alacak olursak, onu gören ama sağır bir insana
benzetiyorum. İşitmekten yoksun olduğu için salt görmeye odaklanmış ve salt bu
yüzden gördüğü şeyin imgesini sürekli ıskalayan... Çünkü sinemanın dirimli tini
bu imgedir. Beyazperde ise bu imgenin özüdür.
Maalesef, Türk
sineması genel anlamda mitsel bağlar kurmaktan uzak, salt psişik hezeyan ya da
sosyal olguların bir edebi metin olarak aktarılmasına dayalıdır. Oysa sinema
edebi bir aktarım değil, edebi bir kurulumdur.
Tam bu noktada edebi
eserlerin uyarlanması meselesine değinmek istiyorum; çünkü buraya kadar
aktardığım sinema, kendinde kavram olarak bir uyarlama olgusudur. Lakin bu
uyarlamanın bir paradigması vardır. Edebi bir eserin filmini çekerken orijinal
metne sadık kalmak o eserin sinemaya uyarlanması anlamına gelmez. Esinlenme ya
da bir yapıbozumu tekniği ile eserin bir başka yorumu dagerçekleşebilir. Bu
süreçte dolaysızca eser sahibinin bu sürece katkısı yoktur.
Sonuçta ortaya yazarın
dahi açığa çıkaramadığı bir imge doluluğu çıkabilir. Klasik anlamda yazınsal
metin, sinemada ete kemiğe bürünür. Ama burada bir bozunum vardır. Bu
bozunumun birincil nedeni, aktarımın motomot değil de kendisine mitsel
bağların eşlik etmesiyle mayalanmasıdır, çünkü Jung’un da belirttiği gibi “mit değişir ve değiştirir”. Edebi
eserde mit gömülüdür. Sinemada imge açığa çıkar.
Ünlü yönetmen Theo Angelopoulos,
bir söyleşisinde “Benim senaryolarımı
edebiyat eseri olarak görebilirsiniz,” diyor. İlgilenenler bilir
(bilmeyenler de Google’dan araştırabilirler), bilinen tekniklerin dışında
öyküselleştirerek yazıyordu Angelopoulos. Bu öyküselleştirme aslında oyunun
ruhu, dili, mitosu, ritüeli anlamına geliyor. Gerisi yönetmenin (felsefe taşının)
bu öyküselleştirmeyi oyuncuya (ruh) aktarmasına kalıyor, tıpkı bir simyacı
gibi. Bu bağlamda, teknik açıdan senaryo yazarlığı bir yazarlık değildir ama
öyküselleştirmedir.
Senaryo, birçok farklı
parametrenin birlikte düşünülerek stratejik bir plan oluşturacak şekilde “imgenin
verili malzemelerle yeniden kurgulanması” demektir.
Yorumlar
Yorum Gönder