İmgenin med-ceziri
Su-Ayna-Beyazperde
Öz-Göz-Söz
Nur karanlıkta parlar. |
Sinemanın Tin olarak yeni misyonu, Jung'un kolektif rüyalarını bilince sunmak yerine Freud'un bilinçaltına sunmak ve bunu izleyicinin şuur tipine/bilinçli haline uygun bir biçimde, onu kendisi yorumlayacak bir düzeyde resimleştirmek ve içselleştirmesine zemin sağlayacak tinsel-vakum'u tetiklemektir. Sinemanın devinimi burada başlar. Onu devinen resimler dizisi olarak ele almak yerine resimlerin devinmeyi tetiklemesi olarak alıyorum.
Tetiklemektir, dedim evet, çünkü ancak dolaysız karşısında geri çekiliriz. Hiçbir şey bize dolaysızlığı içinde kendisini sunmaz onu ancak biz dolaysızlığa geldiğimizde algılayabiliriz. Algılamak, resimsellik değil resimsel devingenliğin içte zamana, dışta mekana bölünmesidir.
Kant'ı selamlıyorum burada. Arı tam algı ile demek istediği şey, zaman ve mekan'ın kendisi olmaktı. Bu nokta Hegel'in geliştirdiği bir alandır: Ben Şimdi Burada...
Hegel'in dizgesinde zaman ve mekanın, zamanüstü ve mekanüstü bağlamları göz kırpar. Tanrının zatının zamanüstü ve mekanüstü olduğu söylenir. Oysa biz yıllarca zatın zamansız ve mekansız olduğu vargısına sarıldık. Aksine zamanüstü ve mekanüstü kavramları, yeniden kurgulanmış ve belirli bir üsluba göre yeniden yaratılmış kavramlardır.
Örneğin Kutal Kitap anlatımlarında bahsedilen ve tarihselmiş gibi aktarılan kavimlerin menkıbeleri, belirli bir üslubun zamanüstü ve mekanüstü şeklidir.
Buradan hareketle Arapça "la" ifadesi yok, değil ya da felsefi olarak bir olumsuzlamayı anlatır, ama burada örneğin "la ilahe illallah" dendiğinde "la ilahe" ilahları olumsuzlamak değil, onu belirli bir üsluba göre zamanüstü ve mekanüstü bir noktaya taşımak demek olabilir.
Bu ise sadece bir soyutlama ile değil ama somutlamayı da eş zamanlı yürüttüğümüz bir kavrayışla mümkün.
Yorumlar
Yorum Gönder