Odyses Sendromu


Öyle trajik bir çağda dünyaya gelmişim ki, sanki daha önce yaşanmamış ve bir daha da yaşanmayacak. Herşey iç içe, hiçbir şey birbirine karışmıyor! Sanırım bu her devirde böyle, ama ben kendimi merkeze koyduğum için bana öyle geliyor. Sanırım trajik olan benim, daha önce hiç yaşamamış ve bir daha da yaşanmayacak olanım. Sonlu ve ölümlü ben, ah!
Hayır sevgili yüreğim, hayır. Bu kez sonuçlar seni ilgilendirmemeli. Bu kez ne sonuçlar ne de gerekler seni bağlamalı. Çünkü insan bir kez “olan” ile “olması gereken” arasındaki gerilimi deneyimledikten sonra, açıkçası ne “olanı” ne de “olması gerekeni” istiyor.
Hades, gehenna, cehennem, tamu, ölüler dünyası... İşte bu küçük yüreğimin hali. Ne denirse densin? İşte içimdeki çelişki! Bir tarafta usum, bir tarafta yüreğim. Usumla çelişen yüreğim. Bilincim bu savaşa mekân adeta. Sanki ejderha küçülüp bir sinek gibi kulağımın içine girmiş, şüphe ve vesveseye neden olmuş... Doğru bildiği ne varsa yanlış çıktığında, engel olamadığın bir güce teslim olur insan. Ben bunun adına “Odyses Sendromu” diyorum.
Mitolojide hikayeyi bilirsiniz. Odyses güvendiği on iki adamıyla birlikte bir gemiye binerek, neyi araması gerektiği kendisinde kışkırtılmışsa, onu aramak üzere şehrini, krallığını, çocuğunu ve güzel karısı Penelope’yi terk eder. Uzaklara gider. Ne zaman döneceğini bilmez. Belki de hiç dönmeyecektir. Ama içinde yanıp tutuşan bir ateş, onu öylesine yakar ki, soluğu engin denizlerin ortasında, “Sirene”lerin büyülü sesine kapılmış bir biçimde alır.
Dünyevi iştah perileri, denizkızı biçiminde, duyanı kendine esir eden bir şarkı söylemektedir. Bu öyle bir şarkıdır ki dinleyen herkes yalnızca kendisine yazılmış olduğunu sanmakta, hata kendi adının çağrıldığını duyup, yanındakiler de aynı şeyi söylediğinde birbirlerine düşen dostlar olduğu rivayet edilir. Odyses bunu bildiğinden, onun büyüsüne kapılmamak için adamlarına kulaklarını balmumu ile tıkamalarını emreder. Bu külli cevherin tefekküründen doğan balmumu maddesi, insanın şehvetini kabartan ve eşsiz hazlar müjdeleyen müziğin işitilmesine engel olmaktadır. Kendini de geminin direğine bağlatır ancak kulaklarına balmumu tıkamaz. Adamlarından meraklı biri, balmumunu çıkarıp müziği dinlemek isteyince büyünün etkisiyle gemiden atlarlar. Ama korkunç dalgalarda boğulup ölür. Bir kargaşadan sonra Odyses ve kalan adamları yollarına devam ederler. Yolda başlarına korkunç felaketler gelir ve bir sürü akıl almaz simgesel maceralar atlatırlar. Günlerden sonra, deniz tam dinginleşmişken, bir sebepten dolayı gemi alabora olur ve Odyses kendini bir adada bulur. Denizkızının krallığı olan adada yıllarca kalır. Artık o amacını unutmuş ve geride bıraktıklarını anımsamamaktadır. Bir gün Hermes onu ziyaret eder. Ve kulağını çeker ve kulağına bir küpe takar. Ona unuttuğu amacını ve geride bıraktıklarını anımsatır. Sanırım “kulağına küpe olsun” deyimi buradan geliyor. Hermes, üç kez bilgedir Mısır’da, Yunan’da üç kez bir şeydir; yol tanrısıdır, hırsızdır ve anımsatıcıdır.
Hikâyenin devamına gelelim: Odyses zar zor geri döner vatanına. Penelope’yi ve krallığını zorbaların elinde mahsur bulur. Bu arada oğlu da onu aramak için yola çıkmıştır. Sonunda bir çobanın evinde buluşur ve birbirlerini tanırlar. Oğlan büyümüş ve Odyses yaşlanmıştır. Oğul babasına herşeyi anlatır. Baba bir fakir kılığında kendi topraklarına geri döner ve oğlunun yardımıyla zorbaları öldürür. Krallığının başına oğluyla birlikte geçer ve güzel karısına kavuşur. Sanki aradığını bulmuş olmanın bir pekinliğiyle ya da bulamamış olmanın kederini söndürmekle, yüzünde bir tebessüm kalır, hayatının geri kalan yıllarında. Peki aradığı neydi? Geri dönüş mü? Belki de bir hiç! Yalnızca bir hayalin peşinde, “yolculuğun bütününde” edindiği bir izlenim... O kadar.
Mitte vurgulu geçen iki öğe vardı bende iz bırakan. Penelope’nin ördüğü halı ve şu ünlü yaya ip geçirme yarışı. 

Sirenenin sesini duyuncaya kadar...

Yorumlar

Popüler Yayınlar